Dünya genelinde 125 milyon insanı etkileyen sedef hastalığı, Türkiye'de yaklaşık 1 milyon kişinin yaşam kalitesini düşüren kronik bir cilt rahatsızlığıdır. Genellikle 16-22 ve 57-60 yaşları arasında iki belirgin pik yapan bu hastalık, sadece cilt yüzeyinde değil, vücudumuzda birçok sistemi etkileyebilmektedir. Özellikle metabolik sendrom ile yakın ilişkisi, bizi bu hastalığı daha kapsamlı ele almaya yönlendirmiştir.
Sedef hastalığı, bağışıklık sisteminin aşırı tepkisiyle ortaya çıkan kronik bir cilt rahatsızlığıdır. Öncelikle vücudun kendi dokularına karşı geliştirdiği bu otoimmün hastalıkta, cilt hücreleri normalden çok daha hızlı çoğalarak beyaz pullarla kaplı kırmızı lekeler oluşturmaktadır. Normal şartlarda yaklaşık 30 günde yenilenen cilt hücreleri, sedef hastalığı durumunda 3-4 günde yenilenmeye başlamaktadır. Dökülmek yerine cildin yüzeyinde birikmektedir.
Bu kronik hastalık, dünya genelinde nüfusun yaklaşık %1-3'ünü etkilemektedir. Genellikle dizler, dirsekler, gövde ve kafa derisinde olmak üzere vücudun çeşitli bölgelerinde görülmektedir. Sedef nedir sorusunun en önemli cevaplarından biri, hastalığın bulaşıcı olmadığıdır. Temas, kan veya tükürük gibi yollarla kişiden kişiye geçmez. Ayrıca, sedef hastalarının yaklaşık %30'unda aile öyküsü bulunmaktadır. Tek ebeveynde hastalık varsa çocukta görülme riski %14, çift ebeveynde varsa %41'dir.
Sedef hastalığı döngüsel bir seyir izlemektedir. Birkaç hafta veya ay boyunca alevlenmekte ve ardından bir süre remisyona girmektedir. Hastalık her yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte, vakaların %75'i 40 yaşından önce başlamaktadır. Bunun yanında kadınlarda biraz daha erken başlama eğilimindedir. Sedef, genellikle pembe-kırmızı, hafif kabarık bir zemin üzerinde beyaz, kalın ve kuru kepekler şeklinde görülmektedir.
Hastalığın tetikleyicileri arasında genetik yatkınlık, mikrobik enfeksiyonlar (özellikle boğaz enfeksiyonları), bazı ilaçlar, stres ve mekanik tahriş (ovalama, kaşıma) yer almaktadır. Bu nedenle, bu hastalığa sahip olan kişilerin tetikleyici faktörlerden kaçınması ve yaşam tarzı değişiklikleri yapması önemlidir. Öte yandan, kesin tedavisi olmamakla birlikte, belirtileri azaltmaya ve yönetmeye yönelik çeşitli tedavi yaklaşımları mevcuttur.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, beslenmenin sedef hastalığı üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Yakın zamana kadar göz ardı edilen bu ilişki, fonksiyonel besinlerin hastalık üzerindeki olumlu etkileriyle birlikte daha fazla ilgi görmeye başlamıştır.
Aralarında güçlü bir bağlantı bulunmaktadır. Yağ kitlesinin ve kilonun artması hastalık için risk faktörü oluşturmaktadır. Klinik çalışmalarda diyet ve egzersizle sağlanan kilo kaybının sedef hastalığının şiddetini azalttığı kanıtlanmıştır. Aynı zamanda, obez hastaların sistemik tedavilere yanıtının daha az olduğu da bildirilmiştir.
İltihaplanmayı azaltarak semptomları hafifletebilmektedir. Anti-inflamatuar gıdalar, sedef hastalığı yönetiminde kilit rol oynamaktadır. Özellikle yağlı balıklar (somon, sardalye, alabalık), Omega-3 yağ asitleri bakımından zengindir. Yapılan bilimsel araştırmalar, bu yağ asitlerinin enflamasyonla savaştığını göstermektedir. Zeytinyağı ve hindistan cevizi yağı gibi kalp dostu yağlar da enflamasyonu azaltabilmektedir.
Karotenoidler, flavonoidler ve C vitamini gibi antioksidan bileşenlerin alımı, oksidatif strese karşı koruma sağlamaktadır.
Akdeniz Diyeti, sedef nedir diye soranlar için önemli bir tedavi stratejisi olabilmektedir. İspanyol bilim adamları tarafından yapılan bir çalışma, Akdeniz diyetinin anti-inflamatuar özellikleri sayesinde sedef hastalığının şiddetini ve ilerlemesini azaltabileceğini göstermiştir. En yüksek Akdeniz diyeti uyum puanına sahip olanların, şiddetli sedef hastalığına sahip olma olasılığı %22 daha düşük bulunmuştur.
Dolayısıyla, sedef hastalığı olan kişilerin bir beslenme uzmanı gözetiminde kişiye özel bir beslenme programı oluşturması, semptomların kontrol altına alınması açısından son derece önemlidir.
Beslenme düzeni bu hastalığın semptomlarını önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Bazı besinler iltihaplanmayı artırarak hastalığın alevlenmesine neden olabilirken, bazıları da semptomlarda iyileşme sağlayabilmektedir.
İlk olarak, alkol tüketiminden kaçınmak gerekmektedir. Araştırmalar, alkolün özellikle genç ve orta yaşlı erkeklerde risk faktörü olduğunu göstermiştir. Kadın hastalarda ise alkol kullanımı ile deri yüzeyindeki lezyonların arttığı görülmektedir. Ayrıca alkol, tedavi sürecini olumsuz etkileyerek ilaçların etkinliğini azaltabilmekte ve karaciğer hasarı riskini artırabilmektedir
Hastalığı tetikleyen diğer besinler de önemlidir. Bunlar arasında:
Bunun yanında, yapılan araştırmalar özellikle alerji ve duyarlılığa neden olan gıdaların da sedef hastalığını tetikleyebileceğini göstermektedir. Bu nedenle kişiye özel gıda alerji ve duyarlılık testleri yaptırmak faydalı olabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, herkes aynı besine aynı tepkiyi vermeyebilmektedir. Bu nedenle beslenme düzenini kişiselleştirmek önemlidir.
Sonuç olarak, sedef hastalığı olan kişilerin beslenmesinde uzak durması gereken besinleri bilmesi, hastalığın kontrolünde büyük önem taşımaktadır. Özellikle alkol, işlenmiş gıdalar ve rafine şekerin kısıtlanması, hastalığın semptomlarının hafiflemesine yardımcı olabilmektedir.
Sedef hastaları için anti-enflamatuar gıdalar önerilmektedir. Omega-3 bakımından zengin yağlı balıklar, zeytinyağı, ceviz gibi kuruyemişler, yeşil çay ve taze meyve-sebzeler tüketilmelidir. Ayrıca, Akdeniz diyeti sedef hastalığının şiddetini azaltmada etkili olabilmektedir.
Alkol, rafine karbonhidratlar, yüksek yağlı süt ürünleri, kırmızı et, işlenmiş gıdalar, gluten içeren besinler ve patlıcangiller (domates, patlıcan, biber, patates) sedef hastalığını tetikleyebilmektedir. Ayrıca, kişiye özel gıda alerjileri de hastalığı alevlendirebilmektedir.
Doğru beslenme, stres yönetimi ve düzenli egzersiz semptomları hafifletebilmektedir. Aloe vera, zeytinyağı, hindistancevizi yağı gibi doğal yağlar cilt üzerine uygulanabilmektedir. Ayrıca, D vitamini takviyesi ve güneş ışığına kontrollü maruz kalma da faydalı olabilmektedir.
Stres, soğuk ve kuru hava, cilt yaralanmaları, bazı ilaçlar (kortizon, aspirin, lityum), enfeksiyonlar, aşırı alkol tüketimi ve sigara kullanımı hastalığı tetikleyebilmektedir. Genetik yatkınlık da önemli bir faktördür.
Bulaşıcı değildir; temas, kan veya tükürük yoluyla kişiden kişiye geçmez. Genellikle 16-22 ve 57-60 yaş aralıklarında daha sık görülmektedir. Aile öyküsü olanlar ve obezite sorunu yaşayanlar daha yüksek risk altındadır.
Diyetisyen Ece Kirmit web sitesi ve sosyal medya kanallarında bulunan içerikler bilgilendirme amaçlıdır. Tedavi, tanı ve bilgi için iletişime geçiniz.
@ 2023 Tüm Hakları Saklıdır.